Unutulmamalıdır ki bize şah damarımızdan daha yakın olan, her şeyi bilen, gören ve işiten Yüce Allah, bir aracıya asla muhtaç değildir ve beşer olan bir krala benzetilmekten tamamen münezzehtir.
TEVHİD ŞUURUNA VARMAK
Cenab-ı Hak, sözün en güzelini söylemeyi ve en güzeline uymayı bizlere nasip eylesin. İslam Dini, Tevhid Dinidir. Bu dinin bütün kaide ve kuralları, Tevhid temeli üzerine kurulmuştur. İbadette, itikatta, ahlakta, muamelatta, korkuda, sevgide ve her şeyde Tevhid, bu dinin en yüce ve öncelikli gayesini oluşturmaktadır.
Bunun için Kur’an ayetlerini okuduğumuzda, anlamaya ve tefsir etmeye çalıştığımızda “Tevhid ölçüsü” içerisinde hareket etmemiz büyük önem arz etmektedir. Aslında fıtratı tahrip olmamış bir insanın en yüce gayesi de Tevhiddir. Bu hususta büyüklerimiz, âlimlerimiz der ki: “İnsanın üç büyük gayesi vardır ve bunların hepsi aynıdır: Allah'ı aramak, Allah'ı bulmak ve Allah ile olmak.”
Cenab-ı Hak ile konuşmak, kulluğumuzu ortaya koymak, halimizi O’na arz etmek, çaresizliğimizi itiraf etmek ve ihtiyacımız olan şeyi istemek anlamlarına gelen dualarımızda tavrımız, Tevhid esasına uygun olmalıdır. :
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
“(Ey Muhammed) ‘Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin davetine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.”[1] Bu yakınlığı Cenab-ı Hak başka bir ayette şöyle açıklıyor:
“Ve biz ona şah damarından daha yakınız”[2] Bütün insanlığa hitaben de şöyle buyruluyor:
وَلِلَّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Nereye dönerseniz, nereye yönelirseniz Allah oradadır.”[3]
Bu ayetlerden duanın önemini, dua için aranan şartın yüce Allah’ın Tevhid çağrısına öncelikle kulun icabet etmesi gerektiğini ve bunun gerçekleşmesi halinde yapılan duaya Allah tarafından icabetin gecikmeyeceğini anlıyoruz. Dolayısıyla dönüşümüz, yönelişimiz, dualarımız, imanımız ve teslimiyetimiz yalnız Allah’a doğru ve tam olmalıdır. Bu şekilde davranmamız halinde doğru yolu bulur, hakikati yakalar ve rahmete ereriz. Dolayısıyla kime dua eder ve kimden istersek ona iman etmiş ve teslim olmuş oluruz.
Bazı kardeşlerimizin insanlara “şu şekilde dua edin, dua ederken bunu yapın, şunu yapın” şeklinde kitap ve sünnette olmayan yönlendirmeleri yaptığını görüyoruz. Bazıları da Allah’ı -haşa- bir krala benzeterek “aracı koymadan Allah’tan bir şeyler istemenin doğru olmadığını” iddia etmekte ve bu şekilde inanmaktadır. Oysa bu şekilde düşünmek, ciddi bir tehlikedir. Çünkü İslam hukukunda “Teşbihte hata olmaz” şeklinde bir kural vardır. Bunun anlamı “istediğiniz gibi teşbih/benzetme yapın” demek değildir; bilakis “teşbih, hiçbir şekilde hata kabul etmez” demektir. Yani teşbihi öyle bir yapacaksınız ki içinde hata olmayacak ve teşbihte yapacağınız en küçük hata, sizi büyük bir tehlikeye götürebilir.
Unutulmamalıdır ki bize şah damarımızdan daha yakın olan, her şeyi bilen, gören ve işiten Yüce Allah, bir aracıya asla muhtaç değildir ve beşer olan bir krala benzetilmekten tamamen münezzehtir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
“Gerçek dua ve ibadet ancak O'nadır. O'ndan başka çağırdıkları putlar, kendilerine hiçbir cevap vermezler. Durumları, suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış bekleyen adamın durumu gibidir. Hiçbir zaman suya kavuşamaz. İşte kâfirlerin yalvarışı da böyle, boşunadır.”[4] Başka bir ayette
يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لأَجَلٍ مُّسَمًّى ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ
الْمُلْكُ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِن قِطْمِيرٍ
“Allah, geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar; belirli bir süre içinde hareket eden güneş ve ayı buyruk altına almıştır. İşte bu, Rabbiniz olan Allah'tır, hükümranlık O'nundur. O'nu bırakıp taptıklarınız, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir”[5] buyrulmaktadır.
Buna göre kâinatta sadece iki varlıktan söz edilebilir: Hâlık (yaratan) ve mahlûk (yaratılmış olan). Hâlık olan, Yüce Allah'tır; mahlûk ise Kur’an’da “min dûn” şeklinde ifade edilen Allah’ın dışındaki her şeydir. İşte bütün bu mahlûkat, bırakın böyle muazzam ve muntazam bir kâinatı yaratmayı, bir ‘Kıtmîr’i dahi meydana getiremezler ve bir ‘Kıtmîr’e bile gerçek anlamda sahip değiller. Kıtmîr, hurma ile çekirdeği arasında bulunan beyaz ince bir zardır.
Cenab-ı Hak, insana hitaben şöyle buyuruyor:
لاَّ تَجْعَل مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَّخْذُولاً
“Allah'la beraber başka bir tanrı edinme, yoksa yerilmiş ve tek başına kalmış olursun.”[6] Allah’tan başka dua edilen, ibadet edilen ve yardım etmeleri için çağrılan sahte tanrılar hakkında yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
إِن تَدْعُوهُمْ لا يَسْمَعُوا دُعَاءَكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ
“Onları çağırırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size cevap veremezler; ama kıyamet günü sizin ortak koşmanızı inkâr ederler. Her şeyden haberdar olan Allah gibi, sana kimse haber vermez.”[7]
Yüce Allah, aklımızı başımıza toplamaya, zâtını tanımaya ve haddimizi bilmeye bizi davet ederek şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
“Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız, Allah ise müstağnidir, övülmeye layık olandır.”[8] Başka bir ayette de şöyle bir uyarı yapılmaktadır:
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ
“Gökleri ve yeri gerçekten Allah'ın yarattığını bilmiyor musun? Dilerse sizi yok edip yeni bir topluluk var eder. Bu, Allah için güç değildir.”[9]
Görülüyor ki Yüce Allah, dilerse küçücük bir virüs ile en gelişmiş teknolojik imkânlara sahip olanların hepsini dize getirebilir ve bu, Allah için asla güç değildir. Hal böyle olmakla birlikte iyilik ve kötülüğün, günah ve sevabın genel anlamda kişisel olduğunu şu ayetten anlıyoruz:
وَلا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَى حِمْلِهَا لا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى إِنَّمَا تُنذِرُ
الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلاةَ وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ
“Günahkâr kimse diğerinin günahını çekmez. Günah yükü ağır olan kimse, onun taşınmasını istese, yakını olsa bile, yükünden bir şey taşınmaz. Sen ancak, görmediği halde Rablerinden korkanları, namazı kılanları uyarırsın. Kim arınırsa, ancak kendisi için arınmış olur; dönüş ancak Allah'adır.”[10] İşte dua ederken asıl bu ayeti hatırlamalıyız.
Bu ayetten anlıyoruz ki; kıyamet günü, günah yükünün altında ezilen biri eşini, dostunu, akrabasını veya evladını çağırsa, “Şu yükün altında eziliyorum, gel de biraz bana şöyle bir omuz ver, biraz yardım et” dese ve ne kadar da yalvarsa, hiçbir fayda elde edemeyecektir. En sevdiği evladının, eşinin veya dostunun bile faydası olmayacaktır.
Cenab-ı Hak, “biz buna müsaade etmeyiz” buyuruyor. Bu gerçeği ancak gerçek anlamda gayba inanan, namaz kılan ve ibadet edenler anlar. Onlar ki Allah'a karşı gelmekten sakınır, akıllarını kullanır, ezeli ve ebedi dostlarının ancak Allah olduğunu bilirler. Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri bu konuda şöyle diyor:
Bir pâdişâha kul ol kim; Mülkü zâil olmaz ola
Bir gülşene bülbül ol kim; Hîç sararıp solmaz ola
Bizler, gün gelecek bütün sevdiklerimizden ayrılacağız. En sevdiğimiz anamız, babamız, kardeşimiz, eşimiz, evladımız ve dostumuz bizi terk edecek veya biz onları terk edeceğiz. Ancak bizden ayrılmayacak olan gerçek dost, bizi terk etmeyecek ezeli ve ebedi varlık Yüce Allah’tır. Onun için “Toprak post, Allah dost” denilmiştir.
Cenab-ı Hak, bu dünyada Allah dostu olarak yaşamayı, huzuruna imanlı bir şekilde çıkmayı, cemaline ve cennetine ulaşmayı cümlemize nasip eylesin.
[1] Bakara Suresi, 2/186.
[2] Kaf Suresi, 50/16.
[3] Bakara Suresi, 2/115.
[4] Ra’d Suresi, 13/14.
[5] Fatır Suresi, 35/13.
[6] İsra Suresi, 17/22.
[7] Fatır Suresi, 35/14.
[8] Fatır Suresi, 35/15.
[9] İbrahim Suresi, 14/19-20.
[10] Fatır Suresi, 35/18.