İçimizin cayır cayır yandığı bir hafta oldu. Ormanlarımız, cenneti andıran doğamız alev alev yok oldu. Binlerce canlının evi yok olurken sadece izleyebildi insanoğlu.
Gökyüzü kıpkırmızı, deniz simsiyah… Duman soluyor en güzel kıyılarımız. Bir teyze; kanser tedavisi için ineğini satmış o para da kül olmuş eviyle birlikte… Genç bir delikanlı su yetiştirmek istemiş ve can vermiş bu uğurda… İsteseydi hiçbir alevin onu yakalayamayacağı bir kuş; yanarak ölmüş, simsiyah kömür gibi olmuş, yavrularının yumurtasının başucunda… Küçük bir köpek yanan patileri suda beklerken uslu bir bebek gibi…
Tüm bu acıyı, vahşeti insanımıza, canlılarımıza, doğamıza yaşatmaya hakkımız var mıydı? Doğanın asıl sahibi canlıların başına gelmiş en büyük kötülük gerçekten de insanoğlu galiba. Şimdi kimin gücü yeter bir gökdelen diker gibi bir ayda koca ormanı yerine koymaya…?
DÜŞÜNCESİZ OLMAYIN!
Kelimeler düğümleniyor insanın boğazında, güç bela “İçimiz yandı.” kurtuluyor ağzımızdan, içimiz yandı bir hafta boyunca.
“Düşüncesiz olmayın! Solucanlar gibi kendi küçük işleriniz ve önemsiz kaygılarınızın çevresine üşüşerek, bunların arasında kaybolmayın! Devletinizin temellerini nasıl sağlamlaştırabileceğinizi, halkınızın eğitim ve kültür düzeyini nasıl yükseltebileceğinizi düşünün!" der Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde… Yangından geriye kalan yıkık dökük her şeyin gölgesinde bu cümleyi düşünelim. Yangın söndürme uçak sayısının, yardım kuruluşları güvenilirliğinin sorgulanmasının, yurtdışı yardım çağrılarının, yardım çağrısı eleştirilerinin, TOKİ haberlerinin ve daha nicesinin gölgesinde sadece bu cümleyi düşünelim ve artık zamanı gelmedi mi şapkayı önümüze koyup düşünmenin “Biz nerede yanlış yaptık?” diye sorgulamanın…